Ana içeriğe atla

15 Eylül 2014

Sabah yataktan çıkmadan gözlüksüz bişeyler okumaya bayılır oldum.. Evet bu yazı çook uzun, yazıldığı tarih biraz eski; amaa paylaşanın bi bildiği vardır diye sabah daha gözlüğü takmadan okudum vallaha.
Bu örnekleri bilmiyordum, öğrenmek şaşırtıcı ve keyifli; kaynak göstermesi ise çok iyi oldu, devamı için fırsatını bulduğumda değerlendiricem...

 

''Desem ki, ben Osmanlı hanedan soyundan gelmiyorum. Dedelerim
köylüydü. Sarayı uzaktan bile görmedi hiç biri. Osmanoğlu ise bir hanedandır. Hal böyleyken Osmanoğlu soyu nasıl benim ceddim olsun? Bütün padişah anaları ya Sırp, ya Rus, Bulgar, Ceneviz, Ukrayna, Venedik, şu ve bu. Benim Annem, anneannem, onun yüz kuşak gerisi yine bizim köylüdür. Sizin pek sevdiğiniz kan, gen, soy üçgeninden bakarsak; annesi Bulgar babası Osmanlı sülalesinden olan bir sultan yüzde kaç Osmanoğludur? Ben onu ecdad saysam bile o benim ecdadım olmayı kabul eder mi? Bir diziye sadece bakarak “Ceddime laf söyletmem” bağırtılarıyla sokağa dökülenler aslında neye bağırıyor? Ecdad!!!

Sevgili okuyucu. “ Ne diyon lan sen! ” demeden önce bu yazıyı oku ve
bitir. Şunu da söylemiş olayım, Çetin Altan’ın dediğine göre ulan kelimesi oğlan kelimesinden geliyor, bunu da bil. “ Araştırmacı Yazar ” olarak tarihe geçen Tahirun Sedri Dayi der ki:

“ ya eğnelhu yevmin, ve alihi salih ”. Yani diyor ki “ öyle günler gelecek, memlekette muhteşem bir ecdad aşkı başlayacak ”.

O zamanki zamanlarda TV yok, dizi yok, Süper Lig yok, Çarşı yok,TT Arena yok. Ne Messi var ne Ronaldinyo. Trabzonsporlu Yattara’nın dedesi bizim köydeki radar inşaatında çalışıyor, Tonya’lı bir kız bulup evleniyor. Sedri Dayi o sırada Boginalı’nın fırında baş hamurcu ve Ajda Pekkan ile de arası iyi. Yani olay o kadar eski. Eski olduğu için masal tadı var. Ecdadımız o günlerin gerçeğini yaşamış, torunlara masal kısmı kalmış. Film gibi. Dizi film sektörü önemli bir döviz kaynağı şimdilerde. Az sonra 'lale devri' var. Her dizi yeni bir ihraç ürünü. Ortadoğu ve Balkanlar bizimle yatıp kalkıyor. Sultan Süleyman dönemine bir buse konduran muhteşem dizimizin de hedefi bu muhtemelen. Daha fragmanlar gösterilirken, sokaklarda ecdad için düzenlenen fener alayları ise hassas bir milletin nasıl olacağını kısaca özetliyor. Halkımız da böyle örgütlü olabilseydi keşke.

Kıskanmamak elde değil, benim de bu yazıyı yazarken amacım tarih dersi vermek değil. Çünkü bu memleket nüfusunun yüzde iki yüzü tarihçidir. Yani haddimi biliyorum. Söylediklerim bu dizinin ve ona karşı öttürülen vuvuzelanın bende depreştirdikleridir. Yerim dar, konu sınırlı.

Kendi kendime Allah Allah diyorum, harem denilen yer acaba biçki dikiş kursu muydu, bu öfkeli kalabalık niye bu kadar öfkeli? Yoksa Hürrem olacak o Ukrayna’lı kızın “Sülüman” demesine mi bozuldular? Hürrem kim? Süleyman’ın “Bir tek gülücüğün için Anadolu’yu, Şam’ı, Bağdat’ı, hatta İstanbul’u feda ederim ” dediği kadın. Böyle bir aşkın önünde eğilmek lazım oysa. Çünkü öte tarafta hadım edilmiş erkekler, balıklara yem yerine para atan padişahlar, cariyeler, civelekler, muhallebi çocukları, saray entrikaları, sarayda yazılan ve harem hayatını anlatan cinsel metinler (bahname),
üsttekilerin zevk ile sefası ve alttakilerin kanla bastırılan isyanları var…

Yalan mı? Ecdadımız derken kimi kastediyoruz? Osmanoğulları sülalesini mi? Hanedan dışında kalanlar ecdad sayılmaz mı? Saraydaki Osmanlı ecdad ise, saray dışındaki Osmansız kimdir? Bir
filme gösterdikleri refleksle ecdadı korumak için elde bayrak sokağa dökülen kalabalıktan kaç kişi Osmanlı soyundan geliyor? Sokaktaki hangi kişi hangi padişahın kaçıncı kuşaktan torunudur? Osmanoğlu
sizin nereden ecdadınız oluyor?

Bugünlerde üç çocuk kampanyası var. İki artı bir. Tek kadın, en az üç çocuk. Üst sınır belirsiz. Gönülden ne koparsa. Çünkü Harem devri değil bu devir. Üç karılı beş karılı “ kayıt dışı” evlilikleri saymayın. Belki daha yüzde birini gördüğümüz harem hayatına böyle bir tepki veriyorsanız, yüz otuz kez baba olan üçüncü Murad’a bu kadar çocuğu kim verdi? Niye kızıyorsunuz? Filmi teknik olarak mı beğenmediniz? Bu güne kadar çekilmiş olan elli tane Malkoçoğlu filmine benzemiyor mu diyorsunuz? Beşikteki kardeşi boğduracak kadar sert geçen iktidar kavgasının bir benzeri hareme hiç uğramadı
mı?

Desem ki, ben Osmanlı hanedan soyundan gelmiyorum. Dedelerim
köylüydü. Sarayı uzaktan bile görmedi hiç biri. Osmanoğlu ise bir
hanedandır. Hal böyleyken Osmanoğlu soyu nasıl benim ceddim olsun? Bütün padişah anaları ya Sırp, ya Rus, Bulgar, Ceneviz, Ukrayna, Venedik, şu ve bu. Benim Annem, anneannem, onun yüz kuşak gerisi yine bizim köylüdür. Sizin pek sevdiğiniz kan, gen, soy üçgeninden bakarsak; annesi Bulgar babası Osmanlı sülalesinden
olan bir sultan yüzde kaç Osmanoğludur? Ben onu ecdad saysam bile o benim ecdadım olmayı kabul eder mi? Bir diziye sadece bakarak “Ceddime laf söyletmem” bağırtılarıyla sokağa dökülenler aslında neye bağırıyor? Özet olarak “ Türk aile yapısına, örf ve
adetine uygun bir film çekmezseniz yasaklarım sizi ” şeklinde laflar ederek bu koroya katılan muhafazakar “ ileri demokrat ” iktidar peki?

Vergisini veremediği için dağlara kaçan köylüler varken, hamamdaki olağan cariye fantezilerinden birinde düşerek hakkın rahmetine kavuşan ikinci Sultan Selim kimin ecdadıdır? Mustafa’yı başa geçirmek isteyen güç Yedikule zindanında Genç Osman’ı öldürmeden önce ırzına geçmemiş mi? Sonra boğup kafasını koparmamış mı? Dördüncü Murad üç kardeşini boğdurmamış mı? O sırada daha oyun çağında olan diğer kardeş İbrahim’i annesi Kösem Sultan zor bela kurtarmamış mı? Yirmi beşine kadar hapiste kalıp
kafayı sıyırmamış mı? Soyu sürdürecek erkek kalmayınca mecburen
tahta geçmemiş mi? Kösem Sultan ve devlet, hanedan yaşasın diye ona güzel cariyeler bulmaya seferber olmamış mı? Devleti yönetmek annesi ve saraydaki kadınlara kalmamış mı? Dördüncü Sultan Murat
İran seferi sırasında kapıyı içerden açıp kaleyi teslim eden Emir Gune ile çok samimi olmamış mı, İstanbul’da halvetlere dalmamış mı, halk bu yakışıklıya “Murad’ın Kıçı” adını vermemiş mi, Yeniçeriler ayaklanıp kellesini bir sopaya germemiş mi, Sultan Murad binlerce kişiyi bu olaydan sonra içki bahanesiyle idam etmemiş mi? Pazar günü kahvaltı keyfi yaptığınız köşklerin bulunduğu Emirgan semtine onun adını vermemiş mi? Kendisi de içki içen afyon çeken bir
padişah değil mi? Murad kimin ecdadıdır? Ecdad nerede başlar nerede biter? Osmanlı öncesi ve sonrası da buna dahil midir? Babadan oğula miras gibi geçen bir iktidar ilişkisinde hanedanı eleştirmek ecdada hakaret midir? Ecdad nedir? Deli olduğu bilinen birinci Mustafa kimin ecdadıdır? İnanın ki bilmiyorum. Zaten hepsini bilsem bu kadar çok soruyu bir anda sormazdım. Buna benzer
yüzlerce olay var ve hepsini bilmek için sıkı bir araştırma yapmak lazım. Laf söyletilmeyen ecdad bu mudur, yoksa ecdad derken kastedilen şey başka bir şey midir? Bu konuda kafa yormuş ünlü bazı kalemler ne yazmış peki?

Murat Bardakçı diyor ki “ genellikle güzel ve yakışıklı delikanlılardan Yeniçeri olmak için seçilen civelekler sokağa nadiren çıkar ve dışarıda bir kazaya uğramamak için yüzlerini hasır püskülünden yapılmış bir peçe ile örterlerdi. Arada bir sakındıkları kazaya
uğradıkları da olurdu. Bugün homoseksüel diye anılanlara o günlerde genç ise civelek, yaşlı iseler teneşir horozu denirdi ”.

Buyurun bakalım. Onur Caymaz’dan not almışım: “ 17. yüzyılın ikinci yarısı, yeniçeri ocağında; 15-18 yaş arası, tüysüz, peçeli erkekler ortalıkta.

Devşirme Kanunu kaldırılmış, ocak halka açılmış. Yeniçeri adayları kışlalarda kalıyor. Zamanla, adayı oldukları taburun hamisi kabadayılara sığınan bu gençler, onların odasında yatıp kalkmaya, onların işini görmeye başlıyor. Hamiler, kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün ‘civelek’lerini, kem gözlerden korumak için yüzlerine peçe takmalarını istermiş… İşe bak ” diyor bir yazısında.

Günlüğüne “ tarih, galiplerin propagandasıdır ” diye yazan Cemil
Meriç ise şöyle devam eder: “ din vaktiyle en basit jestlere kadar bütün insan hayatını düzenlemeye kalkışmıştır. İçki içmeyeceksin, domuz yemeyeceksin, zina yapmayacaksın. Osmanlı bunların hepsini yaptı. İkiyüzlü bir hayvan oldu Osmanlı. Tanrı’yı ve kulu
aldatan bir panayır gözbağcısı. Elinde tesbih, evinde oğlan, dudağında dua ”. Fesüpanallah demekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Ve Çetin Altan: “ Hamam oğlanı iç oğlanı. Osmanlı tarihinde eşcinselliğin yeri var. Osmanlı şiirleri acaba kime yazılmıştır? Nedim
mesela. Ya da Hayali: “Şuh-u güzeşte var ki nice nevcivan değer /
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer”. Nevcivan ne demek?
Genç oğlan. Oğlanlar üstüne yazılıyor şiirler burada. Neden? Hangi
kadını, nerede tanıyor ki kadınlar üzerine yazacak? Sonra milli edebiyatla beraber de muazzam bir yalnızlık şiiri başlar. Kadın yok ise ve libido engellenemezse ortaya oğlanlar çıkıyor. Doğanın
yasası libido; bayraklar, marşlar değil. Köleler ne yapacaklar? Açık denizlere giden gemiciler ne yapacaklar? Yeniçeriler gidiyor sefere, civelek taburları var bu amaçla”. Bu yazarlarda karın ağrısı var. Kesin.

Yeniçerilere 16. yüzyılın ortasına kadar evlilik yasak olması nedeniyle
“ oğlancılık ” yaygındır. 100 askerlik tabur bir “ orta ” oluşturur. Bir ortanın oğlanı başka bir ortaya giderse namus meselesi yapılır, kan bile akıtılır. “ orta malı” veya “ orta oğlanı ” lafı buradan kalmış olmalı. Hamamlarda göbek taşının altında her daim sıcak külhanlar vardır.
Kimi Yeniçeri, oğlanını yanına alıp geceyi burada geçirir. ‘ Külhanbeyi’
lafının kökünde bu var. Osmanlının ilk yıllarında üstüne koyun postu sarıp gezen bazı dervişlerin saçları kazınmış, kulakları demir küpelidir. Kadınlarla değil birbirleriyle ilişkide bulunurlar. Kadınlarla
yakalanan olursa kulaklarındaki demir küpe çekilip çıkartılır ve kulak
kesik kalır ki ‘ kulağı kesik ’ lafı da buradan gelir. Bazı iç oğlanlarına ilişkiden önce bir hafta boyunca muhallebi yedirilir. 'Muhallebi çocuğu ’ deyiminin de böyle bir geçmişi var. Bu türden ilişkiler sadece Osmanlıya has değildir. Eşcinsel olduğunu gizlemeyen ve
gizlemediği için alkışı gerçekten hak eden modacımızı bir defilede
Yeniçeri bıyıkları, kazınmış saçları, büyük küpeleri, sürme çekilmiş gözleriyle düşünün. Antik çağ Yunanistanında eşcinsel ilişki çok yaygın ve normal kabul edilir. Platon “ en büyük sevgi bir erkeğin
diğer bir erkeğe duyduğu sevgidir ” der. Almanya’da astığı astık bir diktatör olduktan sonra Yahudiler ve komünistlerle birlikte çok sayıda eşcinseli öldürten Hitler de önceleri bir eşcinseldir. O kadar Yahudiyi krematoryumlarda yaktıran diktatörün, son yapılan testlerde soy olarak Yahudilere daha yakın olduğu saptandı. Sezar ise bu gece bir generaliyle birlikte olabildiği gibi, yarın gece onun hanımlarından biriyle yatabiliyordu. Roma’da söylenen “Sezar’ın
kılıcının her iki ucu da keskindir” lafı bunu anlatır. Ben bu lafların ve
deyimlerin böyle olduğunu nereden okudum? Odatv'de
İsmail
Tokalak imzasıyla yayınlanan “ Osmanlı sarayında saçı uzun
oğlanlar ” adlı yazıdan. Olmaz böyle şey diyen herkes yazının tamamını oradan okusun. Geçen aylarda eşcinseller için aşağılayıcı laflar eden bakan hanım, şair Nedim’in şu şiirini okuyunca ne düşünür acaba? Annenden cuma namazına gideceğiz diye izin alıp:

Zalim felekten bir gün çalalım
Issız yollardan iskeleye doğru dolaşıp
Yürü uzun boylu sevgilim Sadabad’e gidelim.

Nedim’in annesinden izin alıp cuma namazına gitmek bahanesiyle
ıssız yollarda kaybolmak istediği uzun boylu sevgilisi bir kadın mı?

Kadınlar Cuma’ya gider mi? “ Ceddime laf söyletmem ” bağırtılarıyla
sokağa dökülenler Osmanlı öncesine de pek muhabbetle bakmadıklarına göre, onlar için ecdad hangi tarihler arasını kapsıyor? Devlet adamı olmadan ecdad olunamıyorsa, onlardan bir
kaçını yukarıda gördük. O zaman aynı muhabbetin mesela bir M. Kemal’e duyulmamasını ne ile açıklarız? Bu sertifika nasıl alınıyor? Kendi tahtı için beşikteki kardeşini bile boğdurtan sultanı ecdad
sayan kullar, kurtuluş savaşı verip yeni bir cumhuriyet kuran lideri
neden ced değil deccal sayar? Buradaki problem ced değil demek ki.
Cumhuriyet, zaten son kullanma tarihi geçmiş olan hilafeti Osmanlının enkazı altında bıraktı. “ Ardından ağlanan şey ecdad değil hilafettir ” desek yanlış olur mu, Sedri Dayi’ya sormak lazım.
Bir dizi filmde gördüğü harem ve cariye manzaraları nedeniyle
sokağa taşan bir ecdad aşkı depreşmiş olmasaydı, yine Osmanlıyı konu alan bir yazı yazacaktım belki. Ama o yazıda başka şeyler
olacaktı muhtemelen. Belki Osmanlı tımar sistemi, tersaneler,
tersanelerdeki gemiler, gemileri yapanlar, sefere çıkan askerler, geride kalanlar, tarlada çalışanlar, sarayı besleyenler, halinden memnun olmayanlar, ayaklananlar. Çünkü sarayda ve haremde geçen bu şeyler bir düzeni yaratan şeyler değil, düzenin yarattığı
şeylerdir. Sadece vergi ve asker verirken hatırlanan Anadolu halkının Osmanlı tarifi şudur:

Şalvarı şaltak Osmanlı
Eyeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı

Bu tarifi yapan halkın torunları için ecdad Hızır Paşa, Fatih,Yavuz
mu, yoksa Bedreddin, Yunus, Pir Sultan mıdır? Ecdad olmak için soy,
gen veya kan bağı gerekmez bana göre. Bin yıl önce bile olsa hayatın
benzer saflarda kümelediği yığınlar birbirinin ecdadı sayılır. İpin ucu bu. Geçen hafta Bitlis’in Mutki ilçesinde açılan toplu mezarlardan
hala kendisinin uçbeyi olduğu döneme ait kaybolan insan iskeletleri
çıkan paşa ile, on yıl önce hapishanelerde halkın çocuklarını “hayata
döndüren” kahraman vatan evlatları aynı ecdadın torunlarıdır
mesela, bu kesin. Soru şudur: Hangi ecdadın?''

Ibrahim Karaca

Etiketler